Köyün birine eski zamanda bir çakmak getirmişler, çakmak o
kadar kıymetli ki, sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanmaması için
güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp bu ateş aletini
kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermiş, ihtiyaç duydukça
alır, ateşimizi yakarız, demişler.
Muhtar çakmağı alınca -ateşin sahibi olarak- giderek
saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı
arttıkça muhtarın kibri de büyümüş.
Etrafından daha çok saygı, daha çok korku beklemeye
başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da
tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış, kiminin
evini, kiminin tarlasını yakmış.
Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş. Muhtarın
baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamışlar. Ticaret durmuş,
köye gelen çerçicilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü
giderek gerilemiş.
Muhtarın köylülerinden biri kendileri gerilerken, çevre
köylerin niçin geliştiğini merak edip çevre köylerden birine gitmiş.
Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş; “Sizde
çakmak yok mu?”
Köylüler;
“var” demişler,
“Peki sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz
yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?”
Köylüler;
“Yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?”
“Evet, muhtara verdik.”
“Eyvah! büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye
verilir mi?”
“Siz öyle yapmadınız mı?”
“Hayır, biz öyle yapmadık, biz çakmağı bir kişiye verdik,
çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini başkasına verdik.
Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri
yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.”
Alıntı